29 Haziran 2015 Pazartesi

Sky, blue sky.

Ben yine İstanbul'dan kaçtım. Bir müddet hayat şartlarının gerektirdiği üzere iş aradım, başvurular yaptım, sonra aklıma yatar bir şey buldum, başvurumu yaptım. Cevap alana kadar da bir müddet uzak ve doğada kalacağım. 

Bayılıyorum İstanbul'a. Boğazına, deniz kenarında yürümesine, kafesine, barına, tarihine hatta kalabalığına. Bir müddet sonra ise boğulmaya başlıyorum. Sokağa çıktığın anda maruz kaldığın kimi yerer kimi över insan bakışları, gideceğin yere, buluşacağın insana göre giyinip süslenmesi, yolu-trafiği, ister istemez kaostan payını alıp girdiğin stres. Evden burnunu dışarı uzatmanla beynine, ruhuna doğru taarruza geçiyor şehir. Bir yere kadar meşgul edici ve hatta eğlenceli. O noktaya geldikten sonra ne yapsan geçmez bir mutsuzluk hali.

Böyle zamanlarda benim kişisel tercihim; uzaklaşmak. Beklentileri en aza indirgeyebileceğim, doğanın içinde hayvanla, az insanla öz zaman geçirebileceğim, zaman mefhumundan uzak, "oh!" diyebileceğim bir kaç gün geçirmek. 

Kapitalist sistem kulağına  Louis Vuitton'dan ayakkabılar almanın, lüks restoranlarda süslü kıyafetler içinde akşam yemeklerinin mutluluk kaynağı olacağını, bunlara ulaşmak için daha çok çalışman gerektiğini fısıldamayı sürdürecek. Kendini her şeyin en iyisine layık görmen, en fazlasını hak ettiğini düşünmen için elinden geleni yapacak. 

Yapıyor da. Bana da o vakit 'Sen bi' kes sesini' hali geliyor. İnsanın özünün doyduğu zamanlar, gerçek mutluluk kaynakları neredeyse hep bedava ve mutluluğu parayla orantılamak ve fazlasına sahip olduğunda rahata ereceğini düşünmek ise ne yazık ki kapital sistemin yarattığı bir illüzyon. Elbette paraya, çalışmaya ihtiyacımız var. Ve içsel mutluluk için de doğaya. 

Sistem işlesin diye ha babam çalışıp, boş kalan zamanlarda da tüketerek mutlu olmaya çalışmak yerine, bütçeleri en azından ayda bir haftasonu doğaya kaçmalara ayarlayabilsek, o ayakkabıyı almasak da sakin bir göl kenarında kahvaltı edip, yürüyüş yapsak mesela. Kıt kanaat geçinmeye çalışırken son model telefon taksidine girmek yerine insan gerçekten kendi mutluluğuna yatırım yapsa. Böyle olsa belki de İstanbul'un omuzları düşük, yere bakarak yürüyen, göz temasını 'Günaydın'a çevirebilecekken kafasını çevirmeye motive insanında biraz değişiklik olur. 

Her şey üstünüze geliyor gibi hissettiğiniz zamanlarda bu söylediklerimi bir düşünün. Mülkiyet hissinden vazgeçip, domates yetiştirin demiyorum ama iddia ediyorum almanın yerini gitmekle değiştirdiği bir hayat, hepimizi mutluluğa biraz daha yaklaştırır.





Saatleriniz kaç paranız olduğunu anlatmak zorunda değil, zamanı doğru göstersin yeter. Mutluluğu bir de bu sularda arayın, denemesi bedava.


Not: Bu yazı etrafta mutsuz insan görmekten fenalık geçirmek üzereyken yazılmıştır.

Mutlu haftalar! 











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder