23 Nisan 2015 Perşembe

Sofar Sounds Istanbul



Sofar yani 'Songs from a room'un Istanbuldaki ilk etkinliğini gerçekleştirmesinin üzerinden yaklaşık 1,5 sene geçti. Ilk duyduğumda nasıl heyecanlandığımı hatırlıyorum. Muhteşem işler çıkacağından emindim, öyle de oldu. Hala fiilen katılabilmiş değilim ama Youtube üzerinden takip ediyorum. Cok yetenekli insanlar, güzel müzikler... Ki bu yalnızca bir boyutu. Sofar videolarının sebep olduğu bir başka durum söz konusu ki, benim için eşi benzeri yok.

Performansların gerçekleştiği evler, evlerin manzaraları ve evin içindeki kitlenin tamamının yarattığı atmosfer, Istanbul'un en güzel ve heyecan verici yüzlerinden biri benim için. Bunca kaosa, karmaşaya, çirkinliklere inat tüm kudreti, ihtişamı ve inceliğiyle sanata ev sahipliği yaptığında ben tek bir şey düşünüyorum: dünyanın başka hiçbir şehrine bu kadar yakışmazdı! Ne olursa olsun, Istanbul'un ruhunun en derin, en sağlam, en muhteşem tarafı sanat ve güzel insanlarla beraber kesintisiz nefes almaya devam ediyor.

Uzatmayacağım.

Yaşasın güzel insanlar, yaşasın güzel müzik, yaşasın güzel Istanbul ve yaşasın Sofar!

Buradan buyurun:

Gorkem Han Jr - Night & Shore


  
Kaan - Cinnamon


Kalben - Sadece


  
Sedef Sebuktekin - Bul Beni





22 Nisan 2015 Çarşamba

Cheer me up!


Itirazı olan?

Insan kendi modunu müzikle değiştirmek üzere eğitebilir mi? Bence mümkün. Nerede olursan ol, müzik neye benziyorsa duyguların da bir şekilde kulaklarından içeri dolanlara benziyor. Sahip olduğu kurtarıcı güç, başka hiçbir şeyde yok sanıyorum. Evinden, kendi hayatından uzaklardayken, özünden uzaklaştığını hissedip mutsuz olduğun anlarda, evi hatırlatan bir şarkı dinlemek eski ruhu geri veriyor. Dönüp geldiğinde, uzaklardayken dinlediklerin o zamanlar hissettiklerini hatırlatıyor. Olup biten bir şekilde müzikle can buluyor ve onun içine saklanıyor.

Bildiğim en iyi atmosfer mimarı. Nahoş durumların hissettirdikklerini temizlemenin en güzel yolu. Keyfin yokken, negatiflere boğulmuşken, iliklerine kadar hayat dolu olduğun zamanlara ait bir ses duymak, eski duyguları  geri getiriyor, devam etmek kolaylaşıyor. Daha mucizevi bir şey bilmiyorum.



18 Nisan 2015 Cumartesi

Eureka!

Ikili ilişkilerde ne zaman problem yaşansa, bir yerlerde tıkanılsa hemen sorun tespitine girişip sonunda Arşimet gibi fırlıyorum ortaya: Eureka (buldum!) Buldum da ne buldum? 25 yıldır sorunu hep kendimde aradım, kendimde buldum. bugünün eureka'sı bu.

Fazla iyi niyet, fazla iyi huyluluk, fazla anlayış temelli davranışlarımın doğurduğu suistimaller tolore edebileceğim sınırı aştıkları gün, bir bakıyorum problem gibi gözüken şey artık hiçbir şey ifade etmiyor, çünkü artık sürdürmüyorum. Hep birbirine benzeyen dertlerden muzdarip olma sebebim aslında bir şekilde sorunun gerçekten bende olduğuna kanıt gibi. Varımı yoğumu alabildiğine ortaya koyup, aman sizin incileriniz dökülmesin, ben kendi başımın çaresine de bakarım, sizin arkanızı da toplarım diyerek, sızlanmayı aklımın ucundan bile geçirmeden hareket ettiğim için zamanla yaptıklarım normalleşip, değersizleşiyor. Sevdiğim için özen gösteriyorum, özen gösterdiğim için yeterince özen göremiyorum.

'Hayatımız güzelleşsin' temelli davranışlarım nasıl oluyor da karşı tarafta kendi hayatının eşsiz ve değeri ölçülemez olduğu ve benim hayatımı görmezden gelerek de yaşayabileceğimiz hissiyatını doğuruyor bilmiyorum.

Halbuki ilişkiye gösterdiğim özen, karşı tarafa gösterdiğim özen, temelde kendime gösterdiğim özen ve kendimi içinde bulmak istediğim mükemmellikle alakalı.

Beraber mutlu oluruz diye açtığım kapılarımdan içeri özensizlik ve mutsuzluk rüzgarları esmeye başladığında, önlemler alırdım, eskiden. Şimdi içimden gelen tek ses: 'kapat, kapat, kapat: kapı, pencere ne varsa kapat!' ve ortaya koyduğun özeni de kendine döndür.

Içimdeki yaşama sevincine tav olup, ha gayret azalmasına sebep olmanın katlanılabilirliği bir yerde sona eriveriyor.

Kapılar kapalı artık. Gösterdiğim incelik ve özenin bir benzerini görene kadar, içtenliğim içtenlikle buluşana kadar.

Şimdi onlar düşünsün.



13 Mart 2015 Cuma

"Die sehnsucht zieht mich hin in ferne länder, dorthin, wo meine seele lacht."

Yani diyor ki: `Özlem beni ruhumun güldüğü uzak ülkelere çekiyor.` insanın ruhu neden güler? Nasıl güler? Bir çok sebep, bir çok etken olabilir. Benim ruhum öğrendikçe, keşfettikçe, ufkum açıldıkça gülüyor. Yani basitçe bakarsak eğer, bir yerde ilk defa bulunuyor olmak ruhumun gülmesi için kafi. Öyle olması gerekiyor. Ama tam olarak öyle değil işte.

1 aydır Fiji'deyim. Buraya daha önce hiç gelmedim. Yemyeşil bir adalar ülkesi olduğundan başka hiçbir bilgim yoktu ülke hakkında aklıma gelmeyi koyduğumda. Eylül ayıydı ilk plan yapıldığında, benim yolculuğum Şubat ayını buldu. Tam 5 ay, daha önce hiç bulunmadığım bir ülkede güldü ruhum, 5 ay hiç görmediğim bir yerde olmayı özledim. Sevdiğim insanı o adalar ülkesine uğurladıktan sonra benim ruhum yalnızca uzaklara özlem duydu, aylar boyunca.

Geldim. Gördüm. Keşfediyorum. Öğreniyorum. Ruhum kahkahalar atıyor mutluluktan. Hayatımın en büyük eksik parçasını yerine koymuş gibi hissediyorum kendimi. Ama ruhum, başka ülkelerde de gülmeye devam ediyor. En sevdiğim bir kaç insan meslekleri gereği denizdeler mesela. Haber geliyor: 'Çin'deyim', 'Hindistan'dayım', 'Amerika'dayım'. Ailem ve hatırı sayılır sayıda arkadaşım Türkiye'deler. Hayatlarında önemli şeyler oluyor. Haber alabildiğim müddetçe şanslı sayıyorum kendimi. Kalbim bir çok yerde birden atıyor. Uzakları seçmenin, uzakları sevmenin faturası da bu. Hayatı bir yapboz olarak ele alırsak, ben büyük ve kilit bir parçayı yerine yerleştirdim. Bu esnada yapbozumdaki parça sayısı artmaya devam ediyor. Eksik parçalarım dünyaya yayılmış vaziyetteler ve biliyorum ki hiçbir zaman resmin tamamını görmek mümkün olmayacak. Madalyonun bir yüzü gülerken, diğer tarafında kaçınılmaz hüzün var anlayacağınız.




Paylaşılamadığı için eksik kalan gün batımlarım var.


Özlem benim içimde gürül gürül şelale!

12 Mart 2015 Perşembe

Oh.

Korku ve gözdağı toplumundan, özgürlük ve mutluluğa açılan kapıyı bulmak ve o kapıdan geçmek muazzam bir direnç, sabır ve sıkı çalışma istiyor. Kendini keşif, dünyayı keşif, kötüye hazırlık, iyiye uyum... Her 'yapamazsın' sonrası potansiyellerini yeniden gözden geçirmek, kendine inanmak, korkuyu bir kenara bırakmak, önlemler almak ama akışa da bırakabilmek. Hepsi bir bütünün parçaları. Çok kapı açtım, çok çabayla açtığım kapıları inanılmaz bir hızla kapattım. Ne kadar istesem de yürümeyeceğini anladığım hiçbir şeyin peşinden koşmayı sürdürmedim. Kendimi kovaladım. Bunu yaparken maymun iştahlılıkla eleştirildim. Öyle olmadığımı, yalnızca en mutlu şekilde yürüyebileceğim yolu tutturabileceğimi bildiğim için kulak asmadım. Yeni yollara girdim, yeni kapılar açtım. Güvenli ortamımı terk ettim, yeni hayatımın içinde güvenli alanlar inşa ettim. En önemlisi, en zor anımda bile içimde bir nebze de olsa mutluluk barındırdım hep. Kendi tercihlerimi yaşamış ve yaşıyor olmak hep biraz hafif kalmama yardım etti. Sonuç olarak, hayal bile edemeyeceğim güzellikte hayatlar yaşarken buldum kendimi zaman zaman. Dümdüz, engelsiz yada önceden planlanmış yollar nereye gider ben bilmem. Bildiğim şey, en zor koşulda dirayetini koruyup, koyvermeden olayların içinden çıkabilmek, en güzel anı da en az en zor an kadar yüksek bir gönülle karşılayıp, öyle yaşamakla mümkün ancak yol almak.

Gezdikçe, öğrendikçe. insan ve mekan tanıdıkça, doğanın muhteşemliğiyle yüzleştikçe iyice idrak ediyorsun 'okyanusta küçücük bir kum tanesi' olduğunu. Kötülüğün bir sınırı olmadığı gibi, güzelliğin de bir sınırı olmadığını. Kendi önemsizliğini fark ettikçe açıyorsun içini, kendini tüm dünyaya. Kesfettiğin her şey tarafından yeniden yaratılıyorsun. Bir kere yaşamak için çabalamaya karar verdin mi, mucizeler peşini bırakmıyor.

Bazı şeyler yalnızca filmlerde olmuyor.

                                                                

24 Şubat 2015 Salı

"Çok feministim"

Kestik!

Bir şeyi gerçekten, içtenlikle olduğun zaman o olduğun şey konusunda bağırmayı kesip, sadece öyle yaşıyorsun. Ne onay bekliyorsun, ne takdir. Olmaya çalışıyorum ama iki beden büyük geldi, sindiremedim bir türlü, o yüzden her fırsatta haykırıyorum, tanrılar adına 'ben feministim'. Haha!

Gerçek bir entelektüel her fırsatta muazzam bir donanıma sahip olduğunu dile getirebilir mi? Gerçek entelektüel? Gerçek? Yada gerçek bir bilge, bilgeliğine vurgu yapar mi? Yapabilir mi?

Gerçek ve sahte ayrımını nasıl yapıyoruz? Basit. Sindirilmiş, özümsenmiş yetkinlik kendini kanıtlama ihtiyacı hissetmiyor. Bir bilgeyi eliyle bir bardağı kavrarken yada başıyla birini selamlarken bile tanıyabilirsiniz bazen. insanın olduğu şey, eline, koluna, gözüne yansıyor. Olmadığı şey de öyle.

Kendi kendine 'yine çok çılgınım' vurgusu yapan insan genelde kendini çılgın göstermek isteyen bir normaldir mesela. Çılgına çılgınlığı çılgınlık gelmez.

Samimiysen vurguya ihtiyaç duymazsın.

Ve genelde söz değil, aksiyon konuşur.


Öptüm.

20 Şubat 2015 Cuma

Her şey aşktan.

Sakin, yalnızca içinde bulunduğu anın tadını çıkaran, geçmiş derdine ya da gelecek telaşına düşmeyen, cool cool idare eden insanlara imreniyorum! Istedikleri her şeye sahipler sanki. Sürekli yeni bir hedef belirleyip, tüm şartları ona uydurmaya çabalayıp, hedef gerçekleştiğinde hemen başka bir hedef belirleyip bu sefer onun için koşmaya başlamak, durmamak, dinlenmemek. 'Kendi dünyamı ben yaratırım!' iddiası. Sevmediklerinden kaçmak, sevdiklerine koşmaya çalışmak. Hep genç, hep süper enerji sahibi olmayacağını bilmek ve ihtiyaç anında huzurlu ve güvenli bir hayata sahip olamayacağını düşünmek. Kolay değil. Ruhunu ve kişiliğini besleyeceğini düşündüğün her büyük ve güvenliksiz hamle, istediğin sonucu alamadığında izleyeceğin alternatif yolları düşünüp, tasarlamana sebep oluyor. Sonuç olarak tam olarak içinde bulunduğun an'a odaklanmak imkansız hale geliyor.

Sonra ne oluyor? Attığın adım beklentilerini karşılamadığı zaman zaten aklında olan bir başka plana odaklanıyorsun. Bütün ihtimalleri göz önüne alarak hareket etmek, yalnızca devam etmeye odaklı olmak. Devam etmek. Yara almayarak, 'deneyim' diyerek, bir sonraki adıma daha farklı bir insan olarak başlamak. Umursadığın tek şeyin 'devam etmek' olması. Yok mu bunun sonu? Var. Keyifle sürdürebileceğin bir hayat ihtimaliyle mümkün aynı yol üzerinde yürümek, koşmak, taklalar atmak.

Durduğum yerde duramıyorum. Bütün potansiyellerimi gerçekleştirmeden durmak istemiyorum. Kendimi dinliyorum, kendimi izliyorum. Son olarak kendimi doğduğum ve yaşadığım yer olan İstanbul'a göre Dünya'nın sonu sayılabilecek bir yerde buluyorum.

Peşinden geldiğim şey sürdürülebilir hayat ihtimali mi? Sevmeye son ana kadar devam edebileceğim insanı bulduğuma dair olan inancım mi? Yukarıda bahsettiğim her şeyi unutun. Peşinden koştuğum, iliklerime kadar arzuladığım yegane şey hayata karşı aynı heyecanı paylaşacağım insanı bulma hevesim. Çünkü dünya mücadele edilmesi gereken tonlarca kötülükle doluyken, aynı zamanda keşfedilmesi ve hakkının verilmesi gereken yığınla güzellikle dolu. Ben bir bilincim, ben bir kadınım. Görünenin ötesinde en derin endişem benzer bir bilinçle yaşayabileceğim kişiyle bir olup, beraber olup, 'tam' hissedebilmek. Günü geldiğinde 'anne' olmak. Kendini gerçekleştirmiş, babayla dünyaya aynı perspektiften bakabilmiş anne olmak. Eşle koşmak. evlatla koşmak. Karşılıklı sahip olunan bütün potansiyelleri açığa çıkarıp, gerçekleştirebilecek cesareti birbirine verebilecek kadar tanışmış olmak, umursanır olmak, aynı değerler çerçevesinde buluşabilmiş olmak. Tek kaygım bu.

Kendi kendine iyi idare ettiği zamanlarda sahip olmayı arzuladığı tek şey 'eş' oluyor insanın. Doğa bu. Kanunu bu. İyi ki de öyle. Başını omzuna yaslayıp, gün batımını seyrederken başka hiçbir şey düşünmediğin insanı bulabildiğin zaman eski ihtirasını kaybediyor geçmiş endişesi, gelecek telaşı. Ve bir insan ömrü, eşini bulduğu an anlam buluyor.

Yani, cool cool içinde bulunduğum anın tadını  çıkarabilmem için içimdeki tüm sevgi gücünün açığa çıkması ve şüphesiz paylaşma hevesimin olması lazım.

Gerekirse Mars'a giderim.