Tabii ki benim penceremden.
24 yaşındayım. Öğrencilik hayatım biteli 2 ay oluyor. 5 yıldır bazen tam zamanlı, çoğu zaman ise part-time olarak çalışıp kendi paramı kazanıyorum. 17-19 yaş aralığım, 2 yıllık fakülteye gittiğim zamana denk gelir. Bu süre zarfında tüm masrafları ailem tarafından karşılanan bir öğrenci evim vardı. Okul bitti, ben 19 yaşındaydım, ailemin yanına döndüm. Bir diplomam ve bir kedim vardı. Tek değişiklik bu değildi elbette, bir de madden olmasa da yalnız yaşamanın getirisi kendimden sorumlu olma haline alışmıştım. Bilirsiniz, Türkiye'de aileler çocuklarına belli bir yaştan sonra kendi kanatlarıyla uçma şansı verseler dahi, her zaman arkalarında, onları korumaya hazır vaziyette bulunduklarını hissettirirler. Şanslıysanız böyle olur. Çoğunlukla o kanatlar çocuğun göremeyeceği ve ulaşamayacağı yerlere saklanır çünkü. Kafayı çalıştırır, ufku geliştirirsen kendin arar bulursun. Benim hikayeme dönecek olursak, ailemin yanına döndükten sonra 'artık kariyer inşa etmek zamanı' diyerek, bir radyoda staj yapmaya başladım. Para kazanmıyordum. Türkiye'de stajyer kelimesinin gizli karşılığı 'bedava personel', bilirsiniz.
Kariyer sürecimin işlemeye başlaması ile bitmesi neredeyse bir oldu. Ailemden para alıyorum ve asistanlığını yaptığım gece programına yetişmek için yollara düşüyorum. Bir akşam aileme 'ben bu gece arkadaşlarımla eğleneceğim' demem üzerine 'hayır, eve gel' yanıtını alana kadar devam etti staj serüvenim. 2 yıl yalnız başıma hayatta kalmış olmam, gece dışarı çıkma vizesini almama yetmemişti. Annemle yaptığım telefon konuşması, kısacık bir idrak anı 'kendi paramı kazanmalıyım' ve tüm hayatımın seyrinin değişmesi, her şey bir gecede oldu.
O geceyi dışarıda geçirdim. Ertesi gün bir barda garsonluk yaptığını bildiğim bir arkadaşımla iletişime geçtim ve aynı gün radyoya gitmeden önce gidip, başvuru yaptım. Radyo'dan içeri girdiğim an telefonum çaldı, 'yarın saat 2'de başlıyorsun'. Gece yarılarına kadar para kazanmak için dışarılarda olacaktım. Kariyer inşasını yarıda kesip, kendime bir hayat inşa etmeye başladım. İyi ki de bu yolu seçmişim.
Geç saatlere kadar çalışıyor olmam, boş günlerimde 'ben şuraya gidiyorum' izahatını yeterli kılmaya yetmişti. Bir yıl boyunca bunun keyfini çıkardım. Bir sürü arkadaş edindim, hatırı sayılır bir kısmı bugünün dostları oldular. Sabahlara kadar evden dışarıda olmak, bir sürü açıdan kendimi nasıl koruyacağımı pratiklerle öğrenmeme sebep oldu. Ve tabii para kazanmak, istediğim bir şey olduğunda kimseden bir şey talep etmeden satın alabilme özgürlüğünü de doğal olarak beraberinde getirdi. Kendimi yaratıyordum, üzerimde kalan toylukları sırayla ve büyük bir hızla atıyordum.
Bir yılı bu şekilde geçirdikten ve hatırı sayılır derecede öğrendikten sonra -o bir yıl içinde 1 ay garsonluk, 5 ay barmaidlik ve 5 ay kadar da şeflik yaparak iş hususunda da farklı şeyler öğrendim- 'iyi güzel, ama hayat böyle geçmez' diyerek, tekrar üniversite sınavına hazırlanmaya başladım. Bir yandan çalışıp, diğer yandan da ufak ufak sınava hazırlandım. 21 yaşında 4 yıllık fakülteye girdim böylelikle. İletişim okuyorum, barlarda çalışıyorum, bazen başka işler de yaptığım oluyor ama bar hep para kazandığım alan olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimim ve iş deneyimlerim kendimi bildim bileli ayrı telden çalıyor. Neyse, bu da sorun değil. Üniversite'den bundan 2 ay önce, tam zamanında mezun oluyorum. O aradaki 3 yılda yüzlerce insan tanıyorum, Work and Travel yapıp kendimi bir kaç ay kadar Amerika'da yaşamakla sınıyorum.
Peki ben bu yukarıdaki hikayeyi neden anlatıyorum?
İnsanın kendi olabilme serüveni gerçekten emek istiyor. Kendine yetmek, kendini aramak ve bazı zamanlarda kendinle karşılaşmak, gerçekten nelerden keyif aldığını bulabilmek için denemek ve deneme özgürlüğüne sahip olmak, kendin için iyiyi ve kötüyü tanımlayabilmek, duracağın yeri belirlemek gibi şeyler ciddi mesai istiyor. 'Bir şirket içinde yükselmek mi? Yoksa kendi üzerimde yükselmek mi?' ikileminden kendimi seçerek çıkmış olmaktan mutluyum.
5 yıldır kendimden başka uğraşım, öğrenmek ve gelişmekten öte bir kaygım yok. Öğrenemediğim, üzerime hiçbir zaman uymayan bir şey var 'kendini sansürlemek'. Yaşadığım her anın sorumluluğu bana ait ve her şeyin olduğu gibi açıkça aktarılabileceğinden yanayım. Yaşıyorsan, anlatabilirsin de. Düşünüyorsan, söyleyebilirsin. Aktarımların çıkarlara göre şekillenmesini faydasız buluyorum. Ama gerçek hayat bazen, bazı konularda başarı için sahte manevralar ve çarpıtılmış gerçeklere ihtiyaç duyuyor. İstediğin noktaya ulaşmak için rol yapmanın icap ettiği zamanlar oluyor. Kendinden başka bir şey olmak konusunda deneyimin olmadığında da bunu kati suretle beceremiyorsun. Zaman zaman dezavantaja dönüştüğü oluyor. Ama son kertede, dürüstlüğün ve gerçekliğin ferahlığını hiçbir şeye değişemeyeceğini bilmek, rahatlatıyor.
Bir başka faktör, kendine yetmeye alışmış ve etrafındakilerin eksiklerine de elinden geldiğince yetişmeye alışmış bir kadın olmak, bir zaman sonra güzel diyaloglar ve paylaşımlardan fazlasını beklememeye sebep oluyor. Oldum olası tüm bu hikayede en çok zorlandığım kısım kadın-erkek ilişkileri oldu. İlişki inşa etmek kolay değil. İçimde sevginin muazzam gücünü hissedebiliyorum ve bu güç bana aynı zamanda her şeyin yolunda gitmesi için mücadele etme arzusunu da veriyor. Ama tüm bu hengamenin içinde, eğer bir ilişki yaşıyorsam yapmak istediğim şey mücadele etmek olmuyor tahmin edersiniz ki. Kendinden başkasına da güvenmek, hayatı paylaşmanın, zorluğu azaltıp, mutluluğu çoğaltmanın keyfini çıkartmak istiyorsun. İlerlerken başını yaslayabileceğin bir omuz istiyorsun. Ağacın, yeşilin güzelliğini aynı anda hafızana kaydedip, ortak hatıralar yaratmak istiyorsun. Beklentin ve arzuların bu minvalde olduğunda ve tüm bu basitliğin içinde, elinden gelenin en iyisini yapıp problem yaşamaya devam ettiğinde 'ben zaten sensiz de gayet güzel idare ediyorum'u söylemek ve oluşan bir kaç yarayı kendi kendine sarıp devam etmek daha kolay geliyor. Elinden gelenin en iyisini yapmış insan pişman olmuyor.
En nihayetinde, gerçekten umut vaat eden birisiyle çarpışmadığın müddetçe denemiyorsun, deneyip de başarısız olduğunda da devam etmenin en acısız yollarını buluyorsun. Ama ne olursa olsun, içinde eşini arayan o parçanın sesi daima her şeyden daha yüksek çıkıyor.
Aradığımı bulduğumu düşündüğüm zamanlardan birindeyim yine. Her zaman olduğu gibi serüvenin gidişatı emeğimi istiyor. Hayhay. Gerçeğe dönüşmesi için tüm hayatımı bir süreliğine durdurup planlar yapmamı, başarısız olursak da kaldığım yerden devam etmemi gerektiriyor. Buna da tamam. Yalnız bir faktör var, kendi kendine, kendin için mücadele etmek adına sahip olduğun güç bu yolda maalesef seninle olmuyor. Sevmenin verdiği güç ile giriştiğin bu mücadelenin devamı, sevildiğini hissetmenle açığa çıkacak güce ihtiyaç duyuyor.
Ve ben o sevgiyi hissedemediğim zaman, 'zaten sensiz de gayet güzel idare ediyorum'.