25 Ocak 2015 Pazar

Kendimi yumruklamak istiyorum!

Aslında başta kalbimi kıranı bir güzel pataklamak istiyorum. Ama sonra tam olarak baş edebileceği mesafeden daha yakına sokulmasına izin verdiğim için suçu kendimde buluyorum. "Ben bunları hak etmedim" demeden evvel iyice bir emin olmak lazım acaba karşı taraf böyle derinden etkiler yaratabilecek kadar yakın olmayı hak etti mi? diye. Muhtemelen etmedi, çaba da göstermedi. Kendi yarattığım yakınlık ilizyonu yüzünden kazık yemiş gibi hissediyorum.

Derken bakıyorum ki tam olarak bu da değil. Olay şu ki herkesin düsturu benimki gibi dürüstlük sanıyorum ben. Bir an için bile tam olarak içimden gelmediği gibi davranırsam eğer hafakanlar basıyor çünkü, sanıyorum ki herkese öyle oluyor, Ama kazın ayağı öyle değil tabi. İnsanlar kafalarında tasarladıkları sonuçlara ulaşmak için, insanları kendi tasarladıkları yerlere yerleştirebilmek için çok da güzel duygu\düşünce saklayıp, hesaplı muhabbetler içine girebiliyorlar. Bunca zahmete değiyor mu merak ediyorum. 'Ben seni sevmiyorum, sevemiyorum..', 'Kazağını pek beğenmedim.' vs. bunlar söylenmesi, işitilmesi ağır şeyler değil. Düşündüğün gibi ifade ettiğin fikirlerle oluşuyor çünkü samimiyet dediğin şey. Samimiyet önemli. Ancak samimiyetle girilebilir birinin hayatına, samimi değilsen hiçbir şeyim değilsin demektir. Samimi değilsen ve bir şekilde yalanlarla ayakta tuttuğun diyaloglar içine giriyorsan biraz da çıkar düşkünüsün demek ki bu da pek çirkin.

Insanın en çok sinirime dokunduğu noktalardan biri bu samimiyet olayı. Bakıyorum, bakıyorum sonra kendini dağa taşa vurup, varoluşu sorgulayanlara akıl sır erdiriyorum. Mutluluğu 20 kediyle hayatı paylaşmakta bulan teyzeyi anlıyorum. Rüzgarla beraber sallanan, direnmeyen yaprağın haline bakıyorum, dimdik duran ağaca, yıldırıma karşı koyamayıp yerle yeksan olana. -Mış gibi yapamayan her şeye. Bakıyorum, bakıyorum ve insanın yalanları, kaçak yolları, kandırışları iyice çirkin geliyor gözüme.

Benim içim bazen bazılarınızı kaldırmıyor.

Siz iyisi mi kendi kendinizi yumruklayın!



7 Ocak 2015 Çarşamba

Mizah ve katliam: Charlie Hebdo


Bugün 7 Ocak 2015. Fransız karikatür dergisi Charlie Hebdo saldırıya uğradı ve 12 kişi katledildi. Derginin son paylaşımı Işid lideri Ebu Bekir El Baghdadi ile alakalıydı. 'Aslında iyi dileklerimle' notuyla twitter üzerinden paylaşılan karikatürde Baghdadi 'Özellikle de sağlık!' diyor. Hebdo, bir mizah dergisi olarak Baghdadi'yi ti'ye alıyor. Ölümcül hata.




Biraz geriye gidelim. 2006 Şubat'ında Hebdo Hz. Muhammed'i kapak yapıyor. Ortalık ayağa kalkıyor. Karikatür şu:

C'est dur d'etre aime par des cons.
It's hard to be loved by jerks.
Aptallar tarafından sevilmek çok zor.

Bugün gerçekleşen katliamın sebebi bir grup insanın Muhammed'e, Müslümanlık dinine yada El Baghdadi'ye duydukları sevgi olabilir mi? Yada en basiti içinde sevgi barındıran bir kişi böylesi bir katliamın parçası olabilir mi? İlla bir duyguyla açıklamak gerekirse durumu belki 'saplantı' diyebiliriz.

 Yukarıdaki karikatürün yayımlanmasından 2 yıl sonra Daniel Leconte isimli bir yönetmen C'est Dur D'etre Aime Par Des Cons- Aptallar Tarafından Sevilmek Çok Zor isimli bir belgesel hazırlıyor. Filmin 11 Nisan 2009 tarihinde 28. İstanbul Film Festivali bünyesinde Beyoğlu Sineması'nda gösterime girrmesi planlanıyor. Lakin sinemanın tehdit telefonları alması sebebiyle filmin gösterimi önce erteleniyor, daha sonra iptal ediliyor. Hoşgörüyü salık veren bir dinin mensuplarının tepkileri kısa sürede orantısızlaşıp, şiddete evrilebiliyor çünkü. Bugün olduğu gibi.

Charlie Hebdo'ya geri dönelim. Hebdo bir mizah dergisidir ve mizah yapar. Meselelerin içindeki mizahı ortaya çıkartır, bu yöntemle eleştirir. Bu yeri gelir İsa olur:



Yeri gelir Papa olur:


Fazlası için şöyle buyrun:

Ve mizah, yalnızca bir kare ve tek bir cümleyle koskoca bir meselenin özünü göz önüne çıkartabilir. Beyinleri yıkamak, çarpık düşünce sistematiklerini insanlara empoze etmek sayfalarca cümleler yazmayı gerektirebilir, içine yalan karıştırılabilir. Lakin mizah çarpıcılığını ve kuvvetini genel olarak gerçekçiliğinden alır. Mizahi yeteneği olan kişinin doğası eleştiridir, bu da beraberinde ister istemez cesareti getirir. . 


Ve tüm bu eleştiriler genellikle zeki kişiler tarafından gerçekleştirilir. Tıpkı bugün katledilen ve dünyanın aydınlık tarafından eksilen bu dört güzel adam gibi...


Soldan sağa: Georges Wolinski, Bernard Verlhac, Stephane Charbonnier, Jean Cabut.

Gittiler, ancak meslek hayatları boyunca ürettiklerini yok edebilecek herhangi bir silah yok yeryüzünde. Bir çok sıradan insandan çok daha uzun süre yaşayacaklar. 


Nihayetinde Charlie Hebdo'nun tarihi olması gerektiği gibi eleştirilerle doludur ve bir grubun hazımsızlığı mizahla geçen ömürlerin kanla sonlanmasına sebep olur. Böylesine bir hazımsızlık ancak düzgün düşünce üretememekle, muhakeme kabiliyetlerinin kangren olmasıyla yada hiç var olmamasıyla açıklanabilir. Ama dünya bunu son kertede basitçe 'köktendinci islamcılar' olarak adlandıracak. Haksız da sayılmayacak. 


Kahır ve üzüntüyle.

8 Aralık 2014 Pazartesi

"Bazen, ne yaparsan yap, olmuyor bazen."

Klişelerden kaçarak, kaçınarak yaşamaya özen gösterirken an geliyor, o an geliyor üzerine cuk diye oturan bir klişeyi içinde bulunduğun duruma açıklama sayıp, gerisinden kaçıveriyorsun. 'Bu' diyorsun, bu kadar, daha önce birilerinin dile getirdiği gibi işte. Sıradan. Herkesin başına gelebilecek şey, bana da olan bu. Olan biten bu. Bundan ibaret. Basit.

İster bu dünyada işin bittiğinde gideceğin bir cennete inanarak yaşa, ister elimdeki hayat ve süre benim tek şansım düsturunu benimse. Olaylar nihayetinde aynı duyguda birleşiyoruz. En ekstrem hikaye de, en sıradan olanı da içine duygu karıştığında aynı klişenin kurbanı olabiliyor.

Yine de durup, biraz düşündüğünde her bir hücrenin güzelliklerle dolabileceğini hatırlıyorsun, hali hazırda ölü olan bir adamın söylediği bir şarkı sana hayatın ne de güzel olduğu konusunda umut verebiliyor.

Şerefe!



14 Ekim 2014 Salı

Böyle biline.



"Büyük maceralara atılma hevesini ve cesaretini nereden ve nasıl buluyorsun? Korkmuyor musun? Düzgün bir işe girsen, evin, yurdun belli olsa daha mutlu olmaz mısın? Ya istediğin gibi gitmezse?"

Cevap veriyorum:

Dans eden bir yıldız doğurabileceğini keşfeden kimse, ruhunu kaosla beslemekten kaçınmıyor.

Nokta.

28 Eylül 2014 Pazar

Sarhoş olmak üzerine.

Hep içki içenin değil, arada içenin, gerçekten içenin, iliklerine kadar sarhoş olanın hikayesinden bahsedeceğim size. Kendimden, gördüklerimden, hissettiklerimden. Pirüpak, aydınlık, pırıl pırıl bir kafayla çözemediğim şeyler var. Yana döne kendimi arayıp, bulamadığım zamanlar. Gerçekleştirmeye cesaret edemediğim düşüncelerim. Hakkıyla dinleyemediğim şarkılar. Kendimi içine bırakamadığım muhteşem anlar. Kendimi kendi aklım, kendi muhakeme sistemimle boğarak yaşadığım süreç ve ardından içilen iki kadeh. Ya da fazlası. Alkolün kana karışmasıyla başlayan süreci kendi adıma 'aklım bulandı' olarak açıklayamam. 'Bırak dağınık kalsın' düsturuyla olmayacak şeyler için ekstrem cesaretler gösterdiğim de söylenemez. Böyle zamanlarda tam manasıyla kendi içimin, kendi duygu dünyamın, tehlikeli diye etiketleyip aklımın kıyılarına kaldırdığım düşüncelerimin yükselişine şahit oluyorum. Evet, şahit oluyorum. 'Tut kendini' ayıklığı, avantajlar kadar dezavantajları da tartan ve biraz olsun olumsuzluk gördüğünde asla hamle yapmayan mükemmeliyetçi tarafım takdire şayan tokatlar yiyorlar açığa çıkan cesaretim tarafından. Kendimi hayatıma dönüm noktası olacak hamlelere çoktan girişmiş buluyorum böylece. Ayıldıktan sonrası hasar tespitine ve alınan kararları, yapılan hamleleri değerlendirmeye yarıyor. 'Hey, ben dün gece kendimi gerçekleştirdim, birileri öldü, birileri doğdu, bir şeyler bitti, muhteşem başlangıçlar var. Ya da en azından bir süre yalnızca kendimi dinledim!', her ne olmuş olursa olsun, o alkol bünyeme girdikten sonra oluşan her şey muhakkak mühim bir anlam ihtiva ediyor benim için. Şaşan dengemi de tek bir Alka-Seltzer alıp götürüyor. Yaşasın genç olmak! 'Sarhoş olmak üzerine' diyerek başladığım yazı, 'sarhoşluğa övgü'ye evrildi. Evrilsin, hakkı var. İçimde yara almak korkusuyla kendini kısıtlayan bir taraf varsa, mevcut duygu ve düşüncelerimi açığa çıkartmamı engelleyen bir gardiyan yaşıyorsa içimde, gördüğümü, duyduğumu, hissettiğimi geçirdiğim bir sansür süzgecinden haberdarsam eğer, benim için her yudum özgürlüğün kapısını aralıyor demektir. Ama bir şartla, 'her zaman içmeyerek!'. 'Hissediyorum, içmeliyim!' ve perde! İçki içmek konusunda kontrolünü sağlamaktan memnun olduğum tek bir husus var, o da zamanlama. O muhteşem özgürlüğü kendime ne zaman vereceğime dair sahip olduğum kontrol, içki içmeyi övülecek hale getiriyor. Sarhoş halini sevdiğim insanı her halükarda severim. Sarhoşken aldığım kararlar en derinimde yatanlardır, peşinden giderim. Sarhoşken kendimi severim. Sarhoş yanımın ayık yanıma en yüksek sesli öğüdüdür bu 'kendini sev' kısmı. Büyürken, ilerlerken, yaşarken kendime en çok hatırlattığım kısım bu olur. İşe yarar. En çok nasıl 'olduğum gibi olabilirim?'in, peşindeyim. Ve içki içmenin -bahsettiğim şartlarda- yardımı oluyor. Bana oluyor. Size ne oluyor bilmem? demeyeceğim, benzer hâlet-i rûhiyeler içine girdiğimizi gözlemleyecek kadar maruz kaldım sarhoş hallerinize.

Cheers!

Ps. Bir kaç bardak Cuba Libre'nin muhteşem eşlikçisi Chinawoman oldu bu gece. Bana en manidarı burada. Gerisini ruh durumunuz müsaade ederse siz dinleyin. Chinawoman iyidir, seviniz.


 

24 Eylül 2014 Çarşamba

Do it well, just break the spell!


Hak ettiği değeri göremediğini düşündüğüm bir Kadebostany şarkısı var ki herkes dinlesin istiyorum. Hayatınızda muhakkak şarkının hikayenize 'cuk' oturduğu bir zaman olur, bağıra çağıra eşlik edersiniz. Denenmişi var, yardımı oluyor. Buyrunuz:


23 Eylül 2014 Salı

Kendine yetmek üzerine.

Tabii ki benim penceremden.

24 yaşındayım. Öğrencilik hayatım biteli 2 ay oluyor. 5 yıldır bazen tam zamanlı, çoğu zaman ise part-time olarak çalışıp kendi paramı kazanıyorum. 17-19 yaş aralığım, 2 yıllık fakülteye gittiğim zamana denk gelir. Bu süre zarfında tüm masrafları ailem tarafından karşılanan bir öğrenci evim vardı. Okul bitti, ben 19 yaşındaydım, ailemin yanına döndüm. Bir diplomam ve bir kedim vardı. Tek değişiklik bu değildi elbette, bir de madden olmasa da yalnız yaşamanın getirisi kendimden sorumlu olma haline alışmıştım. Bilirsiniz, Türkiye'de aileler çocuklarına belli bir yaştan sonra kendi kanatlarıyla uçma şansı verseler dahi, her zaman arkalarında, onları korumaya hazır vaziyette bulunduklarını hissettirirler. Şanslıysanız böyle olur. Çoğunlukla o kanatlar çocuğun göremeyeceği ve ulaşamayacağı yerlere saklanır çünkü. Kafayı çalıştırır, ufku geliştirirsen kendin arar bulursun. Benim hikayeme dönecek olursak, ailemin yanına döndükten sonra 'artık kariyer inşa etmek zamanı' diyerek, bir radyoda staj yapmaya başladım. Para kazanmıyordum. Türkiye'de stajyer kelimesinin gizli karşılığı 'bedava personel', bilirsiniz.

Kariyer sürecimin işlemeye başlaması ile bitmesi neredeyse bir oldu. Ailemden para alıyorum ve asistanlığını yaptığım gece programına yetişmek için yollara düşüyorum. Bir akşam aileme 'ben bu gece arkadaşlarımla eğleneceğim' demem üzerine 'hayır, eve gel' yanıtını alana kadar devam etti staj serüvenim. 2 yıl yalnız başıma hayatta kalmış olmam, gece dışarı çıkma vizesini almama yetmemişti. Annemle yaptığım telefon konuşması, kısacık bir idrak anı 'kendi paramı kazanmalıyım' ve tüm hayatımın seyrinin değişmesi, her şey bir gecede oldu.

O geceyi dışarıda geçirdim. Ertesi gün bir barda garsonluk yaptığını bildiğim bir arkadaşımla iletişime geçtim ve aynı gün radyoya gitmeden önce gidip, başvuru yaptım. Radyo'dan içeri girdiğim an telefonum çaldı, 'yarın saat 2'de başlıyorsun'. Gece yarılarına kadar para kazanmak için dışarılarda olacaktım. Kariyer inşasını yarıda kesip, kendime bir hayat inşa etmeye başladım. İyi ki de bu yolu seçmişim.

Geç saatlere kadar çalışıyor olmam, boş günlerimde 'ben şuraya gidiyorum' izahatını yeterli kılmaya yetmişti. Bir yıl boyunca bunun keyfini çıkardım. Bir sürü arkadaş edindim, hatırı sayılır bir kısmı bugünün dostları oldular. Sabahlara kadar evden dışarıda olmak, bir sürü açıdan kendimi nasıl koruyacağımı pratiklerle öğrenmeme sebep oldu. Ve tabii para kazanmak, istediğim bir şey olduğunda kimseden bir şey talep etmeden satın alabilme özgürlüğünü de doğal olarak beraberinde getirdi. Kendimi yaratıyordum, üzerimde kalan toylukları sırayla ve büyük bir hızla atıyordum.

Bir yılı bu şekilde geçirdikten ve hatırı sayılır derecede öğrendikten sonra -o bir yıl içinde 1 ay garsonluk, 5 ay barmaidlik ve 5 ay kadar da şeflik yaparak iş hususunda da farklı şeyler öğrendim-  'iyi güzel, ama hayat böyle geçmez' diyerek, tekrar üniversite sınavına hazırlanmaya başladım. Bir yandan çalışıp, diğer yandan da ufak ufak sınava hazırlandım. 21 yaşında 4 yıllık fakülteye girdim böylelikle. İletişim okuyorum, barlarda çalışıyorum, bazen başka işler de yaptığım oluyor ama bar hep para kazandığım alan olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimim ve iş deneyimlerim kendimi bildim bileli ayrı telden çalıyor. Neyse, bu da sorun değil. Üniversite'den bundan 2 ay önce, tam zamanında mezun oluyorum. O aradaki 3 yılda yüzlerce insan tanıyorum, Work and Travel yapıp kendimi bir kaç ay kadar Amerika'da yaşamakla sınıyorum.

Peki ben bu yukarıdaki hikayeyi neden anlatıyorum?

İnsanın kendi olabilme serüveni gerçekten emek istiyor. Kendine yetmek, kendini aramak ve bazı zamanlarda kendinle karşılaşmak, gerçekten nelerden keyif aldığını bulabilmek için denemek ve deneme özgürlüğüne sahip olmak, kendin için iyiyi ve kötüyü tanımlayabilmek, duracağın yeri belirlemek gibi şeyler ciddi mesai istiyor. 'Bir şirket içinde yükselmek mi? Yoksa kendi üzerimde yükselmek mi?' ikileminden kendimi seçerek çıkmış olmaktan mutluyum.

5 yıldır kendimden başka uğraşım, öğrenmek ve gelişmekten öte bir kaygım yok. Öğrenemediğim, üzerime hiçbir zaman uymayan bir şey var 'kendini sansürlemek'. Yaşadığım her anın sorumluluğu bana ait ve her şeyin olduğu gibi açıkça aktarılabileceğinden yanayım. Yaşıyorsan, anlatabilirsin de. Düşünüyorsan, söyleyebilirsin. Aktarımların çıkarlara göre şekillenmesini faydasız buluyorum. Ama gerçek hayat bazen, bazı konularda başarı için sahte manevralar ve çarpıtılmış gerçeklere ihtiyaç duyuyor. İstediğin noktaya ulaşmak için rol yapmanın icap ettiği zamanlar oluyor. Kendinden başka bir şey olmak konusunda deneyimin olmadığında da bunu kati suretle beceremiyorsun. Zaman zaman dezavantaja dönüştüğü oluyor. Ama son kertede, dürüstlüğün ve gerçekliğin ferahlığını hiçbir şeye değişemeyeceğini bilmek, rahatlatıyor.

Bir başka faktör, kendine yetmeye alışmış ve etrafındakilerin eksiklerine de elinden geldiğince yetişmeye alışmış bir kadın olmak, bir zaman sonra güzel diyaloglar ve paylaşımlardan fazlasını beklememeye sebep oluyor. Oldum olası tüm bu hikayede en çok zorlandığım kısım kadın-erkek ilişkileri oldu. İlişki inşa etmek kolay değil. İçimde sevginin muazzam gücünü hissedebiliyorum ve bu güç bana aynı zamanda her şeyin yolunda gitmesi için mücadele etme arzusunu da veriyor. Ama tüm bu hengamenin içinde, eğer bir ilişki yaşıyorsam yapmak istediğim şey mücadele etmek olmuyor tahmin edersiniz ki. Kendinden başkasına da güvenmek, hayatı paylaşmanın, zorluğu azaltıp, mutluluğu çoğaltmanın keyfini çıkartmak istiyorsun. İlerlerken başını yaslayabileceğin bir omuz istiyorsun. Ağacın, yeşilin güzelliğini aynı anda hafızana kaydedip, ortak hatıralar yaratmak istiyorsun. Beklentin ve arzuların bu minvalde olduğunda ve tüm bu basitliğin içinde, elinden gelenin en iyisini yapıp problem yaşamaya devam ettiğinde 'ben zaten sensiz de gayet güzel idare ediyorum'u söylemek ve oluşan bir kaç yarayı kendi kendine sarıp devam etmek daha kolay geliyor. Elinden gelenin en iyisini yapmış insan pişman olmuyor.

En nihayetinde, gerçekten umut vaat eden birisiyle çarpışmadığın müddetçe denemiyorsun, deneyip de başarısız olduğunda da devam etmenin en acısız yollarını buluyorsun. Ama ne olursa olsun, içinde eşini arayan o parçanın sesi daima her şeyden daha yüksek çıkıyor.

Aradığımı bulduğumu düşündüğüm zamanlardan birindeyim yine. Her zaman olduğu gibi serüvenin gidişatı emeğimi istiyor. Hayhay. Gerçeğe dönüşmesi için tüm hayatımı bir süreliğine durdurup planlar yapmamı, başarısız olursak da kaldığım yerden devam etmemi gerektiriyor. Buna da tamam. Yalnız bir faktör var, kendi kendine, kendin için mücadele etmek adına sahip olduğun güç bu yolda maalesef seninle olmuyor. Sevmenin verdiği güç ile giriştiğin bu mücadelenin devamı, sevildiğini hissetmenle açığa çıkacak güce ihtiyaç duyuyor.

Ve ben o sevgiyi hissedemediğim zaman, 'zaten sensiz de gayet güzel idare ediyorum'.